Bastet'in Aşkı
Antik Mısırlı Kediler
Kedi ya da ibis öldüren biri, bu eylemini isterse kaza sonucu yapmış olsun, istemeden öldürmüş olsun bu Mısırlılar için bir anlam ifade etmez ve cezası yine de ölüm olurdu.
Bastes, Antik Mısır’ın bir tanrıçası ve en büyük tanrı Ra’nın da birçok kızından biri. Aynı zamanda “Ra’nın Gözleri” olarak tanımlanan tanrıçalardandır, bu yönüyle de aslında Ra’nın bir parçasıdır da denilebilir.
Yunanlıların söylediği haliyle Bubastis (Βούβαστις), Mısırlıların ifadesiyle Per-Bastet (Bastet’in Evi) şehrinin koruyucusudur ve elbette ki adıyla anılan bu kentte de en büyük kültü, adına yapılmış tapınaklar yer alırdı. İsminin anlamına yönelik ise “merhem şişesindeki dişi” gibi bir anlamı olduğu söylenir.
Bastet, birbiriyle çelişiyormuş gibi görünen iki kavramı da bünyesinde taşır; ilki besleyen olma özelliğidir ancak diğeri ise korku salan bir intikamcı oluşudur. Ancak Sanduka Metinleri’nde ve Ölüler Kitabı’nda öne çıkan özelliği ise bu öç alma özelliğidir. Doğa ile de ilişkilendirilen Bastet, önceleri aslan başlı bir kadın olarak betimlenirken süreçte bu algı değişir ve kedi başlı bir kadın olarak betimlenmeye başlar. Bu durum sadece betimleme değişikliği değildir ve Bastet’in özü de değişmiştir. Daha çok huzuru, neşeyi, korumacılığı öne çıkmıştır ve Antik Mısır’da oldukça kutsal olan kedilerin de koruyucusu sayılmıştır. Genellikle kedi başlı kadın olarak betimlense de doğrudan kedi olarak betimlemelerine de rastlanır.
Kedilerin koruyucusu ve tanrıçası olmasından dolayı kedilerin karakterini taşıdığını da düşünebiliriz. Onlar gibi başına buyruk ve onlar gibi özgürlüklerine, bireysel alanlarına düşkündür diyebiliriz. Bu yönüyle de aslında Yunan tanrıçası Artemis gibi dersek de çok abartmamış oluruz. Diğer yönden, doğa ile bağını düşündüğümüzde Artemis’e benzerliği biraz daha artabilmektedir.
Herodotos’a göre (Herodotos, Historiai (Ἱστορίαι), Tarih II.66) her yıl Bastes onuruna festival düzenlenirdi ve bu da Mısır’ın önemli festivalleri arasındaydı. Ancak ilginç olan şudur ki, Bastes’in festivalleri de bir bakıma Yunan’ın Bakkhos festivallerine, bakkha ayinlerine benzer yönleri vardır. Bastes için düzenlenen festivalde, kadınlar ve erkekler bir kayığa doluşurlar ve yol alırlar. Kente geldiklerinde kadınlar inerler ve müzik, dans eşliğinde çılgınca hareket edip dans ederler, kentin diğer kadınlarını şenliğe çağırırlar. Her zamankinden daha çok şarap tüketilir, birçok kural göz ardı edilir ve cinselliğin de dışa vurulduğu bir festival olarak kutlanırdı. Yine Herodotos aynı eserinin, aynı bölümünde “buralıların dediklerine göre, çocukları hesaba katmazsak, yedi yüz bin kişi toplanırmış” der. Aralarında erkekler yer alsa da daha çok kadın bayramı niteliğinde olan şenlikler bakkha şenliklerine de fazlasıyla benzeşim gösteriyor.
Herodotos, sadece dini festivallerden söz etmiyor elbette. Kendisinin fazlasıyla yadırgadığı bir başka konudan da söz eder ki o da Mısır’da kutsal hayvanların bolluğudur. Bu hayvanları ve onlara olan ilgiyi de çok ayrıntıya girmese de anlatmaya çalışır. Dinsel bir yönü olduğu için ve dinsel gizlerini açığa vurmanın doğru olmayacağını da baştan belirtir. Ancak Diodoros Skeliotes (Diodoros Sikeliotes, Bibliothēkē Historikē (Βιβλιοθήκη Ἱστορική) bu bilgileri paylaşma konusunda daha cömert davranır. Özellikle de Mısırlıların kedilerle olan ilişkisini ana hatlarıyla bize çizer.
Elbette Diodoros da tıpkı Herodotos gibi Mısırlıların bu hayvanlara düşkünlüğünü şaşkınlık içinde anlatır. Hatta “birçok kişiye garip görünebilir” diye eklemekten de kendini alamaz. Mısırlıların hayvanlara duyduğu bu sevgi ve saygının sadece yaşarken değil, hayvan öldüğünde de sürdürdüklerini ifade eder. Bu hayvanlar arasında önceliği kediler, firavun faresi, köpekler, doğanlar, ibis adını verdiklerini söylediği kuşlar olarak tanımlar. Ek olarak da kurtlar, timsahlara da benzer saygı görürler.
Tabii ki konu hayvanlar olduğunda onların bakımı ve beslenmesi de önemli bir konu olarak kendini gösteriyor. Diodoros, Mısırlıların bu konuda da organize olduklarını söyleyerek, detayları da bizimle paylaşır. Ona göre Mısırlılar bu hayvanların bakımına ve beslenmesine yetecek kadar gelir sağlamak amacıyla onlara özel araziler tahsis edildiğinden söz eder.
Çocukları hasta olan Mısırlılar tanrılara adaklarda bulunurlar ve çocukları iyileştiğinde saçlarını kazıyarak gümüş ya da altın karşılığında satarlar ve elde edilen geliri de hayvanların bakımını üstlenen kişilere verirlerdi.
Bu hayvanların nasıl bakılıp beslendiğine geçmeden önce onlara yönelik şiddet uygulayan ya da öldürenlere karşı tutumlarından söz etmekte yarar var. Eğer herhangi biri bu hayvanlardan birini kasıtlı olarak öldürürse cezası nettir ve ölümdür. Ancak eyleminde bir kasıt yoksa ve kaza sonucu oluşmuş ise tapınak rahibi tarafından belirlenen bir para cezası ile yetinilirdi. Ama ölüm cezasına istisna olan bu durum özellikle kediler olduğunda işlemezdi, hatta ibis dedikleri kuşta da geçerli olmazdı. Kedi ya da ibis öldüren biri, bu eylemini isterse kaza sonucu yapmış olsun, istemeden öldürmüş olsun bu Mısırlılar için bir anlam ifade etmez ve cezası yine de ölüm olurdu. Bu ölüm cezaları da kimi zaman linç yolu ile gerçekleşirdi. Halk toplanır ve kedi ya da ibisi öldüren kişiyi linç ederdi ve herhangi bir mahkeme kararını beklemeye de gerek görmezdi.
Diodoros bu cezalandırmaya ilişkin tanık olduğu bir olayı da bize aktarır. Bu olayı duyanların inanmayacağından o kadar emindir ki, “kendi gözlerimle şahit oldum” diye özellikle de vurgulama ihtiyacı duyar.
Diodoros’un tanık olduğu bu olaya geçmeden önce açıklığa kavuşturulması gereken bir başka konu daha var ki o da Roma. Roma en güçlü zamanlarını yaşıyor. İmparatorluğa geçişin hemen öncesi. Pek tabii ki Mısır kralının da Roma ile iyi ilişkiler içinde olmaya çalışması, diplomatik ilişkiler kurmaya azmetmesi de oldukça akla uygun. Diodoros’un söz ettiği olay da bu zamanlarda oluyor, Diodoros net bir tarih vermiyor ancak “Kral Ptolemaios zamanında…” diyor.
Roma’dan Mısır’a iki devlet arasındaki ilişkileri görüşmek üzere diplomatlar gönderiliyor. Kral Ptolemaios tarafından da çok iyi karşılanıyorlar ve tüm Mısırlılar olarak Roma’yı karşılarına almamak için oldukça özenli ve titiz davranıyorlar. Roma’nın onları suçlaması ya da savaşa yeltenmesi konusunda bir malzeme vermemek için çok dikkatli hareket ediyorlar. Ancak bu Romalı diplomatladan biri kaza sonucu bir kedinin ölümüne neden oluyor. Diodoros bunu kaza olduğunu da üstüne basarak vurguluyor. Ancak Mısırlılar için kural nettir ve açıktır. “Her kim ki bir kediyi öldürür, kasıt olsun ya da olmasın cezası ölümdür.” Halk bu diplomatın konakladığı eve yürüyor. Kral Ptolemaios ne yaptıysa insanları yatıştıramıyor, sakinleştiremiyor. Onun kral oluşu, devletin en tepesinde oluşu sorunu çözmeye yetmiyor. O dönemlerde Roma’nın en güçlü zamanlarını yaşıyor olması ve onlarla diplomatik ilişkilerin Mısır açısından son derece önemli olması da halkı ikna etmeye yetmiyor, Roma korkusu dahi onları sakinleştirmiyor ve Romalı diplomatı linç ediyorlar. Kaza sonucu da olsa bir kedi öldürmüş olmanını bedeli olan ölüm cezasını kesiyorlar. Tam anlamıyla “söz konusu olan kedi. Bir Romalı diplomat mı? Baştan sona teferruat” anlayışı hakim olmuş. (Diodoros Sikeliotes, Tarih Kütüphanesi, Bibliothēkē Historikē (Βιβλιοθήκη Ἱστορική), 1.83.8 )
Diodoros, aynı eserin 1.83.9 bölümünde de bu olayı bir başkasının anlatımından duymadığını ve bizzat gözlerimizle gördük diyerek vurgular.
Peki Roma ile diplomatik ilişkilerin bu kadar önemli olduğu böylesine kritik bir zamanda ve gücünün doruğunda Roma diplomatını dahi linç eden bu toplumsal ve dinsel kuralın Mısırlı olsun ya da olmasın bireyler üzerindeki etkisi nasıl olurdu? Düşünün ki Mısırlısınız şehrin sokaklarında yürüyorsunuz. Birden karşınıza doğal yollarla ölmüş bir kedi çıktı, belki de bir ibis kuşu. O zaman ne yapmak gerekir? Gören biri olursa onu öldürdüğünüzü düşünecek ve bedeli belli; ölüm. Diodoros bunun da yanıtını aynı eserinde (1.83.7) veriyor. Doğal yolla ölmüş kedinin ölüsünü gören biri hemen oradan uzaklaşır ve uzak bir mesafeye giderek yüksek sesle bağırır, böylece yas sürecini başlatır. Bu davranışıyla da kediyi kendisinin öldürmediğini ancak tanık olduğunu da ilan etmiş olur. Geriye tek bir şey kalıyor, diğer insanların buna inanması.
Diodoros, Mısırlıların hayvanlara yönelik saygılarından söz etmeye devam eder. Onun için hayli şaşılası olan bu durumu olabildiğince detaylı anlatmak için çaba harcar.
Geçmişte Mısır’da çıkan kıtlıklardan söz eder. Hatta zaman zaman öyle kıtlıklar olurmuş ki insanlar yemek için birbirlerine dahi saldırırmış. Ancak böylesi zamanlarda dahi hayvanlara yönelmek ve onları öldürüp yemeye yeltenmekle kimse uğraşmazmış, hatta akıllarından dahi geçmezmiş.
Herodotos ve Diodoros’u harmanlayarak söylemek gerekirse, evde bakılan bir kedi öldüğünde, tıpkı Yunanlıların yas işareti olarak saçlarını kazıması gibi Mısırlılar da kaşlarını kazırlarmış. Eğer ölen bir köpek ise bütün bedenlerini tıraş ederlerlermiş. Ancak yasları bununla da bitmez, kedi öldüğünde evde bulunan tahıl, şarap gibi ürünlere bir daha asla ellerini sürmezlermiş. Kedinin ölümüyle birlikte evlerinde halihazırda bulunan bu şarap ya da tahıl gibi ürünlerin kullanımı da son bulurmuş.
Mısırlıların kediye olan düşkünlükleri ve saygıları sadece Mısır sınırları içinde de geçerli değil. Herhangi bir savaş sırasında bir kedi Mısır dışında ölmüş ise ölüsü asla orada bırakılmaz, gerekirse fidye ödenerek ölüsü alınır ve Mısır’a getirilirdi. Çünkü ölen hayvanlar için de tıpkı insanlarda olduğu gibi belki daha özenli tören düzenlenir, yas tutulur ve gömülür, mumyalanırdı. Bastes’in şehri Bubastis’te bir kedi mezarlığına da rastlanılmıştır. British Museum’da Mısır’a ait kedi mumyaları yer almaktadır.
Tabii bir kedi öldüğünde ya da kutsal hayvanlardan biri, hemen bir yas süreci başlar ve bu yas süreci kendi öz çocuklarının ölmesi halinde olacak olandan hiç de farksız değildir. Hatta belki daha güçlüdür. Diodoros mekan ismi vermese de Herodotos, Bubastis’e getirildiğini ve orada defnedildiğini söyler. Defin işleminden Diodoros da söz eder, ek olarak da bu defin işleminde ekonomik gücünün yettiği oranda değil, güçlerini aşan oranda harcamalar yaparak yerine getirildiğini de belirtir.
Ölmüş kedinin bedenini önce ince bir keten kumaşa sararlar, bu işlemi yaparken de göğüslerini yumruklayarak ağıtlar yakarlar. Bu halde mumlayama yerine taşırlar. Kedinin bedeni uzun süre bozulmayacak bir şekilde bir takım maddelerle işlenir, buna ek olarak sedir ağacı yağı ve güzel kokular da sürülür. Tüm bu işlemlerin ardından da kutsal sayılan mezar odalarına götürülürlerdi. Biraz şaşırtıcı gibi görünse de aslında yaptıkları dinsel bir ritüeldir, bir ayindir. Bastes, kedi başlı kadın betimli bir tanrıça olsa da, kedilerin koruyucusu olsa da bir bakıma yeryüzündeki kediler de onun bir suretidir. Kediye gösterilen bu saygı bir bakıma tanrıçaya yönelik de bir saygıdır.
Öncelikle kediler olmak üzere kutsal hayvanlara yönelik davranışları sadece bunlarla da sınırlı değildir. Kedi hayattayken onun bakımı ve beslenmesi ile de çok yakından ilgilenirler ve oldukça titiz, oldukça özenli davranırlardı. Onların bakımından ve bunun paralelindeki hizmetlerden asla gocunmazlar, asla kaçınmazlar aksine gurur duyarlardı. Öyle ki en yüce tanrılarına bir ibadet gibi görürlerdi. Hatta bu hizmette bulunanlar özel nişanlar taşırlar, şehirlerde ya da kırsal bölgelerde bu nişanlarıyla dolaşırlardı. Böylece çok uzaktan bile olsa hangi hayvanın bakımıyla ilgilendikleri herkesçe bilinir ve herkesçe de büyük bir saygı görürdü. Birçok insan onlara hürmet ederdi.
Bu kutsal hayvanları besleme yerleri de daha çok tapınakların kutsal sayılan bahçelerinde yapılırdı. Onlara yönelik besleme yapanlar ise toplumun önemli saydığı kişilerden oluşurdu ve yemekleri de oldukça lüks sayılırdı. En kaliteli buğday unundan yapılan ekmekler sunulur, iri taneli tahıllar süt ile pişirilerek verilirdi. Bunun yanı sıra bal ile tatlandırılmış kimi hamur işleri de menüde yer alırdı. Ama tabii günümüze de ait olan bir çelişki o zaman da varlığını sürdürüyordu, evinde beslediği bir hayvanı bir başka hayvanın etiyle beslemek. Benzer durum Mısır için de geçerliydi. Kaz eti de bu kutsal hayvanları beslemek için kullanılırdı, bazen haşlanarak ve bazen de kızartılarak verilirdi. Ancak çiğ etle beslenenler için de ayrıca bir av partileri düzenlenir, avlanan hayvanlar onlara sunulurdu.
Bu hayvanların bakımı sadece beslenme ile sınırlı değildi elbette. Hayvanlara düzenli olarak ılık banyolar yaptırılırdı. Ardından en değerli yağlarla ovularak bakımları sağlanırdı. Bir ritüel şeklinde yapılan bu bakımlarda tütsüler yakılır ve hayvana farklı kokular da sürülürdü. En lüks ve rahat yataklar onlar için hazırlanırdı. Erkek egemen toplum anlayışı hayvanlara yönelik bakışlarına da yansırdı. Erkek hayvanlar için eş seçilir ve bu seçim işinde de oldukça titiz davranırlardı. Hatta bu hayvanlara Antik Yunanlıların deyimiyle pallakidas (cariye) denirdi. Onlara da aynı özen ve titizlik gösterilirdi. Herhangi bir harcamadan da kaçınılmazdı.
Diodoros daha eski dönemden de söz ederek aynı uygulamanın kendi zamanında da sürdüğünü de belirtir. Memphis’teki kutsal Apis boğası yaşlılıktan ölmüştür. Onun bakımıyla ilgilenen bakıcısı, boğa için oluşturulan fondaki bütün parayı yine boğa için kullanmış ve üstüne kraldan 50 talent de borç almıştır. Hatta Diodoros zamanında kutsal hayvanların cenazesi için 100 talentten fazla harcamalar yapıldığını da belirtir. Kimi antik yazarların ifadeleri kimi antik ekonomi üzerine araştırmalar yapan akademisyenlerin araştırmalarının sonucuna göre en büyük para birimi olan talenti değerlendirecek olursak, 100 talent 1000 işçinin yıllık maaşına denk düştüğü söylenebilir. Hatta Antik Atina üzerinden ifade etmek istersek, Atina’nın en güçlü olduğu 5. yy’da kent 6000 talentlik bir gümüş rezervine sahipti ve bu da Atina’ya muazzam bir güç veriyordu. Diodoros, yapılan bu cenaze işlemlerinin maliyetinden söz ederken Yunan parası ile ifade etmesinden dolayı talent’in değerini de belirlemek gerekiyordu elbette.
Kedi başlı kadın betimli tanrıça Bastes’in aşkı kediler, Antik Mısır’da böylesi muazzam ilgi görüyorlar, böylesine saygın bir yaşam sürüyorlardı. Eğer kediler kendi tarihlerini yazsalardı ve adına da “Kedi Tarihi” deselerdi, bu dönemi kendi tarihlerinin “Altın Çağı” olarak adlandırırlar ve o günlerin yeniden gelmesi için de kimbilir neler yaparlardı.
Bastes’in aşkı kediler tarihte böylesine bir destanda başrol oynadılar.
Kimbilir belki de bizim görmediğimiz zamanlarda, yaşlı mı yaşlı bir kedi, belki anneanne, belki de babaanne, sallanan tahta iskemlesine oturmuş, etrafında da boy boy torunları. Dışarıda lapa lapa kar yağarken yanı başlarında gürül gürül yanan sobanın üstünde patlayan kestanelerin sesiyle birlikte çevresini boy boy sarmış torunlarına kendi anneannesinden dinlediği bu masalı anlatıyordur. Mısır’dan, Bastes’in aşklarından söz ediyordur. Torunları onu pürdikkat ve sessizce dinlerken, Bastes’e ve Bastes’in aşklarına minnetlerini sunuyor ve aynı masalı kendilerinin de yaşaması için buruk ve umutsuz bir umutla dua ediyorlardır.
“Kimbilir, belki bir gün yine yeniden” dedi anneanne sessizce ve torunlarına baktı.
Kimbilir! 🐾