Poietika
Efsaneden Estetiğe
tr / en

Bir Köpeğin Duası
Yirmi Yıllık Özlem

Sanki Argos, yıllardır, “sahibim, dostum dönmeden canımı asla almayın, dünya gözüyle onu son bir kez göreyim” diye tanrılara yalvarmış ve tanrılar da onu dinlemiş, dileğini yerine getirmiş gibidir.

Odysseia, Homeros’un iki destanından biri ve Troya Savaşı sonrasında yurdu İthake’ye dönmeye çalışan Odysseus’un yolculuk hikayesini anlatır.

Odysseus’un ise yurdu İthake’den uzak kaldığı süre ise on yılı Troya Savaşı ve sonraki on yılı da dönüş yolculuğu olmak üzere yirmi yılı bulmuştur. Elbette akla hemen şu soru geliyor; Odysseus Troya seferine çıkarken kaç yaşındaydı ve döndüğünde kaç yaşındaydı?

Pindaros, Apollodoros, Plutarkhos gibi yazarlar Odysseus’tan söz ettiklerinde Odysseus’un gençliğinden söz etmezler, daha çok onun olgun bir kral, komutan olduğundan söz ederler. Bunun yanı sıra da kurnazlığına atıfta bulunurlar. Keza benzer anlatım İlyada’da da görülür ve onun olgun, deneyimli savaşçılığına vurgu yapılır. Belki bu yüzden Troya Seferi sırasında Odysseus’u 30-35 yaşlarında düşünmek daha makuldur diyebiliriz. Zaten Akhilleus, Aias gibi karakterlerden daha yaşlı olduğu ise biliniyor. Troya nedeniyle de yirmi yıl yurdundan uzak kaldığını düşünürsek dönüşü de doğal olarak ellili yaşlarına denk geliyor. Aslında Odysseus’un ömrünün en verimli ve ideal yıllarını Troya için harcadığını da rahatlıkla söyleyebiliriz.

Odysseus da bazı komutanlar ve yerel krallar gibi Troya Seferi için gönülsüzdür. Savaşa katılmamak için de türlü numaralar yapar. Bunlar hakkında da bize yine Apollodoros Bibliotheka adlı eserinde anlatır. Tabii bu hikayenin farklı çeşitlemeleri vardır ve başkaca yazarlar da başka versiyonlarını anlatır. Odysseus’un savaşa gitmeme çabası, Palamides ile yaşadıklarını Vergilius, Aeneas destanının ikinci bölümünde, Hyginus ise mitolojik öyküleri kısaca anlattığı Fabulae adlı eserinde dillendirir. Elbette Odysseus ve Palamides hikayesinden söz edenler sadece bu yazarlar değildir.

Odysseus’u savaşa çağırmak için İthake’ye elçiler gelir. Odysseus konuyu bildiği için ve savaşa katılmamak için “akıl sağlığı yerinde değil” algısı yaratmak için bir düzen düşünür. Heyet geldiğinde de bunu uygular. Tarlaya tuz eker, farklı hayvanları sabana koşar ve aynı zamanda kendisini de koşar. İstediği ise şudur, gelen heyet “Odysseus’un akıl sağlığı yerinde değil” diye düşünmesini sağlamak ve onları savaş çağrısından vazgeçirmektir. Ancak heyetten bir kişi olan Palamides, kurnazlıkta Odysseus’tan baskın çıkar ve Odysseus’un eşi Penelope’nin kucağından bebek olan oğlu Telemakhos’u alarak sabanın önüne atar. Odysseus, oğlunu ezmemek için hemen sabanı durdurur. Foyası da böylece açığa çıkar. Heyet Odysseus’u kolundan tutar ve “haydi savaşa” der.

Tabii Odysseus, foyasını açığa çıkaran Palamides’in altında kalmaz. Yine Apollodoros’un Bibliotheka adlı eserinde (Apollodoros, Bibliotheka, XII Antehomerika, 8 - James George Frazer’ın sunuş, ekler ve notlarıyla) Odysseus’un intikamından söz eder. Troya Savaşı sırasında Odysseus bir Phrygialıyı esir alır ve ona zor kullanarak da olsa mektup yazdırır. Palamides’in çadırına da bir miktar altın saklar. Güya bu mektubu Troya Kralı Priamos, Palamides’e göndermiştir. Ardından bu mektubun bulunmasını sağlar. Mektubu gören başkomutan Agamemnon, aynı zamanda altınları da fark eder ve Palamides’i vatan hainliği ile suçlar.

Odysseus’un Troya macerası bu şeklide başlar. Geride oğlu Telemakhos’u, eşi Penelope’yi, İthake krallığını ve tüm mal varlığını bırakarak Akha ordusu ile birlikte Troya’ya doğru yola çıkar. Tabii geride bıraktıkları bir tek onlar değildir, bir de çok sevgili dostu, onu sadık yaveri, köpeği Argos da vardır.

Odysseus ve köpeği Argos ile dostluklarının arasına koca bir Troya Savaşı girer. Yirmi yıl boyunca birbirlerini görmezler. Odysseus’un köpeği hakkındaki düşünceleri ya da varsa özlemi konusunda savaş sırasında ve dönüş yolculuğundaki zamanlara dair destanlarda bir açıklama bulunmaz ama İthake’ye dönüş anına ilişkin duygusal bir sahne aktarılır.

Odysseus, yurdu İthake’ye döndüğünde neyle karşılaşacağını bilmediği için çok güvendiği, sadık dostu olan çobanın yanına gider ve onun evinde konaklar. Ardından bir dilenci kılığına girerek, saraya gidip olan biteni öğrenmek ister.

Odysseus, İthake’de yokken, eşi Penelope için, evlenmek üzere birçok talipli çıkmış ve hepsi de Odysseus’un sarayına yerleşerek, her gün şölen, eğlence organize ederek, sürgün kralın malını mülkünü tüketmektedirler. Odysseus dilenci kılığında saraya geldiğinde onları yine bir şölen halinde görür. Ancak şölenciler Odysseus’u hiç de iyi davranmazlar, onu hor görürler, hatta karnına tekme atanlar dahi olur. Ama Odysseus dişini sıkar ve katlanır.

Sarayda bulunan hiç kimse, dilenci kılığına girmiş Odysseus’u tanımaz. Herkes onun yolu kente düşmüş bir dilenci sanar ve dilencilere davrandıkları gibi davranılar.

Odysseus ve köpeği Argos karşılaşıyor - Francesco Primaticcio - 1632 - 1633
(Lisans: Creative Commons)

Ancak bir kişi hariç. O da Argos. Odysseus’u saray önünde görür görmez hemen başını kaldırır, kulaklarını diker ve dikkat kesilir. Argos, Troya öncesi Odysseus’un büyütüp yetiştirdiği sadık dostu köpektir. Ama Odysseus yokken onunla kimse ilgilenmemiş, bakımsız bir halde, gübrelerin olduğu yerde, hatta onların içinde yatarak vakit geçirirmiş. Bakım görmediği için de hayli bitlenmiştir. Aradan geçen bunca yılla birlikte de hayli yaşlanmış, hareketleri hayli güçleşmiş haldedir. Ama Odysseus’u tanır ve dikkat kesilir. Hemen heyecanla kuyruğunu sallamaya başlar. Ancak koşup Odysseus’un yanına gelemez çünkü hayli bitkin bir haldedir ve dermanı kalmamıştır.

Odysseus da Argos’u fark eder, onun tarafından tanındığını ve sevincini görür ama kendisi benzer bir tepki veremez. Gözleri yaşla dolar ve yanında ona kılavuzluk eden çoban Eumaios görmesin diye bir çırpıda gözlerindeki yaşı siler. Kimliği açığa çıkacak korkusuyla da Argos’a yaklaşamaz ve ona sevgisini gösteremez. Hal böyle olsa da yine de kayıtsız kalamaz ve onun hakkında konuşmak için can atar. Çoban Eumaios’a dönerek;

“Ne tuhaf Eumaios, şuna bak, köpek gübre içinde yatıyor,
oysa nasıl da güzel, nasıl da alımlı.
Koşması da görünüşü gibi mi, hızlı mı?
Yoksa sahiplerinin gösteriş için baktığı,
sofra köpeklerinden biri miydi sadece?”

(Odysseia, XVII. 306 - 310, Homeros, Çeviri: Poietika Kolektif)

Odysseus, Argos’un sevinç gösterilerine doğrudan karşılık veremese de, sefere giderken bıraktığı sevgili dostu Argos’a doyasıya sarılamasa da, onu sevinç içinde gördüğünde gözlerinden yaş da gelse, onun hakkında konuşarak kendini rahatlatmaya çalışır. Nasılsa sarayını taliplilerden kurtaracak ve Argos ile geçireceği birçok zamanı olacaktı. Eumaios’un verdiği yanıtı da dikkatle dinledi Odysseus. Eumaios, “onu o zamanlarda görmeliydin” diyerek vaktiyle köpeğin çok hızlı olduğunu, çok iyi avlandığını ama Odysseus gittikten sonra saraydan kimsenin onunla ilgilenmediğini, bakımsızlıktan ve yılların verdiği yorgunlukla hayli bitkin ve perişan halde kaldığıdan söz eder. Odysseus ile Eumaios saraydaki taliplilerin yanına gider.

Ama ne var ki ölüm o anda yakalar Argos’u. Sanki Argos, yıllardır, “sahibim, dostum dönmeden canımı asla almayın, dünya gözüyle onu son bir kez göreyim” diye tanrılara yalvarmış ve tanrılar da onu dinlemiş, dileğini yerine getirmiş gibidir. Odysseus’un sağ salim döndüğünü görür, onun kokusunu alır, sesini duyar ve artık çok yaşamış, yorgun, bitkin bir köpek olarak huzur içinde kendini ölümün ellerine bırakır.

Homeros’un iki koca destanıdır İlyada ve Odysseia. Biri savaşı ve savaştan farklı farklı etkilenen insanları anlatırken, diğeri ise bir komutanın yurduna dönüş hikayesini konu eder. Ancak bu iki destanının son dizelerine doğru ise sadece insanla insan arasında geçen iyi ya da kötü hikayeleri değil, türler arasındaki ilişkiye de değinmiş olur. Aslında Odysseus, insanla insan arasındaki sürtüşmelerden dolayı ömründen yirmi yıl kaybetmiştir ve dönüşünde de onu ilk tanıyan ise ne eşi Penelope’dir ne de hizmetçileridir, onu ilk tanıyan insan olmayan, sevgili dostu köpek Argos’tur. Homeros bu kısacık bölümde insanın bir başka türle kurduğu dostluğu bu kadar duygusal ve incelikle işlemesi de antik çağlarda da insanların diğer türlerle sadece çıkara dayalı değil aynı zamanda sevgiye ve dostluğa dayalı ilişkiler kurduğunu da çok net gösterir.